18 Ekim 2014 Cumartesi

KULUN ALLAH'I SEVMESİNİN BELİRTİLERİ

Kulun Allah 'ı sevmesi, Allah'ın kulunu sevmesinin alametidir. Kuş kusuz, Allah 'ı sevdiğini herkes iddia eder. Fakat Allah'ı sevdiğini söyleyen kişi,davranışlarıyla da bu iddiasını belgelemelidir. Eğer böyle değilde iddiası sadece sözde kalıyorsa, bu nefsinin kendisini aldatmasından, nefsinin kendisine bir hilesinden başka bir şey değildir.

Sevgi; kökü sağlam, dalları göklere doğru yükselmiş muazzam bir ağaç gibidir. Bu sevgi ağacının meyveleri gönüllerde, dil ve azalarda marifet ve zikir şeklinde meydana gelir. Bundan da amel doğar. Böylece hal, dil ve azalarda meydana gelen marifet, zikir ve amel; dumanın ateşe, meyvenin ağaca delalet etmesi gibi muhabbete delalet ederler.
Sayılamayacak kadar çok olan bu alametlerden biriside, seven kişinin sevdiği Allah'ına ulaşmasına engel olan ölümü sevmesidir. Gönlün, sevdiği kimseye meyledip de onu görmeyi arzulamasın diye bir şey düşünülemez.
Muhakkak ki gönül sevdiğini görmek ve ona kavuşmak ister. Sevdiğine ölmeden kavuşamayacağına inanırsa, ölümü de sevmesi, ondan kaçmaması gerekir. Çünkü seven bir insan, sevgilisine ulaşıp onu görmek, onunla sohbet etmek zevkine ermek için, yurdundan göç etmek ona zor gelmez.
Ölüm ise, sohbet edip konuşmanın anahtarı, içeri giripte görmenin kapısıdır.

Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'e şöyle nasihat etti:
"Hak, ağırdır. Ağır olduğu kadar aynı zamanda acı ve faydalıdır. Batıl ise hafiftir. Hafif olduğu kadar da belalı ve zararlıdır. Eğer tavsiyeme uyarsan;
senin için, henüz ulaşamadığın, gaybde bulunan ve mutlaka sana erişecek olan ölümden daha sevimli bir şey olamaz. Tavsiyeme uymazsan, o vakit senin için ölümden daha çok nefret edeceğin bir şey olamaz. Halbuki ona engel olmaya da gücün yetmez."

Sevri ve Bişr-i Hafi diyorlar ki:
"Ölümü, ancak kuşku içinde olan kimseler sevmez. Çünkü ne pahasına olursa olsun, dost , dostuna ulaşmayı çirkin görmez."

Buveyt i Hazretleri, zahidlerden birine: "Ölümü sever misin?" diye sordu.
Zahid, bir an duraklar gibi olunca, Buveyti hemen: "Eğer sen gerçek zahidlerden, sadıklardan olsaydın, ölümü severdin." dedikten sonra
Allah-ü Teala şu ayet -i celilesini okudu:
"Eğer siz gerçekten doğru sözlü iseniz, o halde ölümü istesenize."
(Bakara sures i, ayet : 94)
Buveyti'nin böyle demesi üzerine zahid, hemen Resulullah Efendimizin
"Sizden hiç biriniz, ölümü temenni etmesin." hadis -i şerifini okudu. Bunun üzerine Buveyti şöyle dedi:
"Resulullah Efendimiz, bu hadisi sıkıntı ve ızdıraplar karşısında kalanlar için buyurmuştur. Yani bu gibi üzücü durumlar karşısında ölümü arzu etmeyin demek is temiştir. Çünkü Allah'ın kazasına rıza, kazasından kaçmaya yönelmekten daha makbuldür."
Buna göre ölümü sevmeyen bir kimsenin Allah 'ı sevdiği düşünülebilir mi?
Diye sorarsan, şunu bilmeni isterim ki; ölümden hoşlanmamak, bazen dünya sevgis inden, mal, evlat , aile ve akrabadan ayrılma üzüntüsünden ötürü olur. Bunlar da tam anlamı ile Allah'ı sevmeye engeldir. Çünkü gerçek sevgi, gönlün her tarafını kaplayıp başka sevgiye yer vermemesi demektir. İnsanlar, Allah 'ı sevmekte farklıdırlar.
Buna, Huzeyfe (R.A.)'ın rivayet ettiği hadis -i şerif delalet eder. Kureyş 'in en asillerinden olan Ebu Huzeyfe (R.A.), kız kardeşini azadlı kölesi Sâlim'e verdiği zaman, Kureyş hemen kendisini kınadı ve: "Hiç böyle asil bir kız, öyle bir köleye verilir mi?" diyerek azarladı. Bunun üzerine Huzeyfe (R.A.) şöyle cevap verdi:
- Ben kızkardeşimi ona verirken, yemin ederim ki; onun kızkardeşimden çok
daha üstün olduğunu bildiğim için verdim.
Huzeyfe'nin böyle demesi karşısında daha çok kızan Kureyş , adeta çılgına döndüler ve şöyle dediler:
"Nas ıl olur?"
Huzeyfe (R.A.):
- Ben Resulullah Efendimizin, Sâlim hakkında şöyle buyurduğunu işittim:
"Bütün kalbi ile seven kimseye bakmak isteyen, Sâlim'e baksın."
İşte bu hadis -i şerif, bütün kalbi ile Allah'ı sevenlerin bulunduğuna, bununla birlikte Allah 'ı sevdiği gibi başkalarını da sevdiğine işarettir.
Şüphesiz herkes , sevgisi nispetinde mükafatlandırılacaktır. Dünyadan ayrılmas ındaki azabı da, dünyaya olan sevgisi nispetindedir.
Bunun haricinde ölümden hoşlanmamanın diğer bir sebebi de, kişinin sevgi makamına henüz yeni yükselmiş olmasıdır. Bu kişi, aslında ölümü çirkin görmüş değil, sadece Allah'a kavuşmaya gereği gibi hazırlanmadığı için ölümü istemez. Bu hal ise sevgisinin azlığı anlamına gelmez. Tabii her şeyde olduğu gibi, burada da iş lafla bitmez. Bunun alameti o kişinin hal ve hareketleri ile ölüme hazırlanmasında görülür.
Bunlar ise; Allah'ın sevdiğini kendi sevdiğine tercih etmektir. Şeriatın emirlerini yerine getirmek, nefsin arzularına uymamaktır. Gaflete dalmamak, nafilelerle daha çok ibadat -u taatta bulunarak sevgilisi tarafından daha çok sevilmesini arzu etmekt ir. Her an Allah'ın rızasını istemek gibi hususları yerine getirmektir.
Evet , Allah'ı seven O'nun sevgisi karşısında nefsinin arzularını terkeder.
Yüce sevgi; tüm arzulardan geçip, sevgiliden başka hiçbir şeyden zevk alınmadığı an meydana gelir.

Züleyha iman edip Yusuf (A.S.) ile ev lendikten sonra Yusuf (A.S.) dan vazgeçerek sadece Allah'a ibadetle meşgul olduğu rivayet edilir. Züleyha, Allah'a olan ibadet inde öylesine ileri gitti ki, Yusuf (A.S.), onu gündüz yatağına davet ettiği zaman, onu geceye bırakırdı. Gece olunca da, gündüze ertelerdi. Yus uf (A.S.)'a:
"Ben, bilmeden seni seviyordum. Allah 'ı bulduktan sonra, artık O'ndan başka kims eye sevgim kalmadı. Ben, Allah'a bedel arayacak değilim." dedi.
Bunun üzerine Yusuf (A.S.) Züleyha'ya:
"Benim bu davetim de Allah'ın emridir. Çünkü Rabbim bana senden peygamber olacak iki oğlumuzun doğacağını haber verdi." dedi.
Züleyha:
"Mademki Hak Teala'nın bir emridir ve beni bunlara sebep kılmıştır, o halde ben de O'nun emrine itaat ediyorum." dedi.
Demek ki, Allah'ı seven, O'na isyan etmez.

Şair diyor ki:
"Arzuların karşısında ben isteklerimi terkediyorum. Bu, beni sıksa da,senin razı olacağın herşeye karşı ben razı olurum."
Sehl diyor ki:
"Sevginin alameti, sevgilini kendi nefsine tercih etmendir. Her itaat eden sevgili olamaz."
Gerçekten de kişinin, Allah'ı sevmesi, Allah'ın kendisini sevmesine sebeptir.
Allah-ü Teala, onu kendisi için lüzumlu kılar ve düşmanlarına karşı ona üstünlük sağlar. Kulunun düşmanları ise, nefsi ve şehvetidir. Allah (C.C.), onu terkedip şehvet leri ile kendi haline bırakmaz. Bunun için Allah (C.C.) şöyle buyurmuş tur:
"Allah, düşmanlarınızı çok iyi bilir. Allah, size dost olarak da, yardımcı olarak da yeter." (Nis a sures i, ayet: 45)

Eğer sen; isyan, sevginin zıddı olur mu? dersen, isyan, sevginin değil, kemalinin zıddıdır derim. Nice kimseler varki, kendilerini sevdikleri halde, vücutları hastadır. Ve yine nice kimseler vardır ki, sıhhatli olmayı arzu ettikleri halde, sıhhat lerine zararlı olan şeyleri bilerek yemekten de geri kalmazlar. Bunların bu davranışları, kendilerini sevmediklerine işaret olmaz.
Ancak marifetleri zayıf, buna karşın şehvetleri galip olduğu için, sevgilinin hakkını tam anlamı ile yerine getiremiyorlar.
Nuaym hakkındaki Resulullah Efendimizin şu mübarek sözü bunu açıkça gös terir.
Nuaym, içki müptelasıdır. Zaman zaman yakalanır ve cezalandırılır. Bir keresinde sarhoş olarak Resulullah Efendimizin huzuruna getirilip cezalandırılınca, ashabdan birisi şöyle der: "Lanet olası, ne kadar içki içiyor."
Bunu n üzerine sevgili Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:
"Ona lanet etme. Çünkü o, Allah ve Resulünü sever."
Bu sözleriyle Resulullah Efendimiz, Nuaym'ın bu isyanının, onu sevgiden ayırmadığını bildirmiştir.

Evet , kişi isyan ile, gerçek sevgiden çıkmış olamaz. Ancak sevginin kemalinden çıkmış olur.
Nitekim gerçek Allah dostlarından birisi şöyle diyor:
" İman, kalbin yalnız dış kısmına kadar girebilmişse, bu sevginin sahibinin Allah'a olan sevgisi orta derecededir. Eğer sevgi kalbin özüne inmişse, o vakit bunun sahibinin Allah'a olan sevgisi tam sevgidir. Böyle kişiler, Allah 'ı tam anlamı ile sever ve isyanı terkeder."

Sözün kısası, sevgi iddiasında bazı sakıncalar vardır. Çünkü Fudayl:
"Sana Alalh'ı seviyor musun? dediklerinde, sükut et!" demiş tir. Nedenini ise şöyle belirtmiştir:
"Allah'ı sevmiyorum demek küfürdür. Seviyorum dersen, tutumun sevenlerin tutumu değildir. O yüzden en iyisi sükut etmendir."

Sevginin alametlerinden biriside, devamlı olarak Allah 'ı kalp ve dil ile anmaktır. Onun yüceliğini düşünerek zikretmektir.
Çünkü bir şeyi çok seven, onu çok anar. Demek ki, Allah 'ı sevmenin bir alameti de, O'nun zikrini sevmek, kelamı olan Kur'an-ı Kerim'i sevmek, Peygamberini ve O'na nispet edilen her şeyi sevmektir.

Bir adamı seven, onun köpeğinide sever. Çünkü sevgi kuvvetlenince, sevgilisinin et rafında bulunan her şeyede geçer. Gerçekte bu, sevgide ortaklık anlamına gelmez. Çünkü sevgilisinin elçisini ve mektubunu seven bir insan, gerçekte sevgilisini sevmektir. Bunun için Allah sevgisi kalbinde üstün olanlar, Allah 'ın bütün yaratıklarını sevreler. Onlar, O'nun yaratığı olduğuna göre, nasıl kelamı olan Kur'anı sevmesinler. Ve nasıl sevmesinler,
O'nun Peygamberlerini, salih kullarını?...
Bunun için sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki:
"Allah'ı, size verdiği nimetlerden dolayı seviniz. Beni de, Allah için, Allah beni sevdiği için, seviniz."
Süfyan diyor ki:
"Allah'ı seveni seven, Allah'ı sevmiş olur. Allah'a ikram eden, Allah'a ikram etmiş olur."
Müridlerden birisi diyor ki:
"Ben, irademe sahip olduğum yaşta, Allah ile münacaatın zevkine vardım.
Bunun için gece gündüz devamlı olarak Kur'an okumaya başladım. Sonra
nasıl olduysa bana bir tembellik geldi, Kur'an 'ı okumayı bıraktım. Bunun ardından bir gece bana rüyada şöyle denildi: "Beni sevdiğini sanıyorsun.
O halde neden benim kelamımı okumayı bıraktın? Benim oradaki ince kınamalarımı düşünmedin mi hiç?" Uyanır uyanmaz hemen Kur'an'a koştum.
Ve onu bir daha elimden hiç bırakmamak üzere elime alıp okumaya ba şladım. Böylece Allah sevgisi yeniden kalbime doğdu ve bende eski hâlime dönmüş oldum."

Sevginin bir başka alameti ise, tenhada iken Allah ile ünsiyet edip O'na yakarmak, Kur'an-ı Kerim okumak, gecenin karanlığını ganimet bilerek huzur içinde ibadet etmektir.
Sevginin en aşağı derecesi ise, sevgili ile tenha yerde başbaşa kalmaktan zevk almaktır.
Allah'a münacaattan çok uyku veya başka şeylerden zevk alan kimsenin
Allah sevgisindeki iddiası nasıl doğru olabilir?

İbrahim Ethem hazretleri bir gün dağdan şehre indi. Kendisine "Nerden
geliyors un?" diye soranlara: "Allah ile münacaattan geliyorum" diye cevap
vermiştir.
Allah'tan başkası ile ilgisi olan bir kimse, ilgisi nispetinde Allah'tan uzaklaşmış ve sevgi derecesinden düşmüş olur.
Berh kıssasında şöyle denilmektedir:
Berh, Musa (A.S.)'ın su istediği siyah bir köledir. Allah (C.C.), Musa (A.S.)'a:
"Berh, benim için, çok sevimli bir kuldur. Ancak onun bir tek kusuru vardır" diye buyurduğunda, Mus a (A.S.):
"Onun kusuru nedir ya Rab?" diye sordu .
Hz. Allah:
"Seher rüzgarı, onun hoşuna gider. Ondan adeta zevk alıp huzur bulur.
Oysa beni seven, benden başka hiçbir şeyden zevk alıp huzur ve sükun
bulamaz." diye buyurur.
Evet , sevginin alamet lerinden biri olan ünsiyyet ; sevgilisine hitap edip onunla gizli konuşan gibi, akıl ve basiretini münacaatın zevkine kaptırıp tamamen yakarışın zevkine dalmak demektir. Gerçekten bu zevke varanlar olmuştur. Namazda iken evi yandığı halde farkına varmayanlar, namazda iken sakat olan ayağı kesildiği halde acısını duymayanlar vardır. Böylece kendilerine sevgi ve ünsiyyet üstünlüğü gelen kimseler için, tenha yerler ve gizli görüşmeler gözbebeği olmuştur. Bu hale erişen kimseler bütün sıkıntılarını atarlar. Hatta Allah ile olan sevgi ve ilişki onların kalplerine öylesine sarar ki, top patlasa onlar yine hiçbir şey duymaz ve dünya
işlerinden hiçbir şey anlamazlar. O, Allah aşkı ile yanıp tutuşan bir aşıktır.
O, sevdiğine hayrandır. Dili ile insanlarla konuşurken, kalbi ile Allah'a bağlı ve O'nu zikir ve fikirle meşguldür.
Seven, ancak sevdiği ile huzura kavuş abilir.
Hz. Allah buyuruyor ki:
"Onlar, o inanmışlar, kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşmuştur. Dikkat edin! Kalpler ancak Allah 'ı anmakla huzura kavuşur." (Ra'd sures i, ayet : 28)

Allah-ü Teala, Davud (A.S.)'a şöyle vahiy buyurmuş tur:
"Beni sevdiğini iddia eden kimse, gece yatar uyursa , yalan söylemiş olur.
Herkes sevgilisini tenhalarda arayıp bulmak istemez mi? işte ben, gece
vakti beni arayanlar için hazırım."
Allah 'ı sevmenin alamet lerinden biri de, Allah'tan başka kaybettiği hiçbir
şeye üzülmemek, fakat Allah'ı anmaksızın ve ibadetle meşgul olmaksızın
geçirdiği her an'a üzülmektir.

Allah dostlarından biri diyor ki:
"Allah'ın öylesine kulları vardır ki, onlar yalnız Allah 'ı sevip O'na bağlandılar. O'nunla huzura kavuştular. Onlar dünyadan tamamen ilgilerini kesip dünyalıktan kaybettikleri şeyler karşısında üzülmediler. Çünkü sahiplerinin, yaratanlarının mülkünün tam olduğunu, ancak O'nun dilediğinin olacağını bilirler. Kendilerine ayrılanın ellerine geçeceğini, ellerine geçmeyenin ise Allah 'ı tedbiri ve takdiri olduğunu bilirler.
Seven, sevgilisinden başka bir şey görmez ve her şeyi O'ndan bilirse,
kendisinde üzüntü ve kuşkunun eseri kalmaz. Her şeyi gönül hoşluğu ve
rızası ile karşılar. Sevgilisinin kendisi hakkında ancak hayırlı olanını takdir
ettiğini bilerek, Allah'ın: "Umulur ki, çirkin gördüğünüz şey, sizin için hayırlı olur."
(Bakara sures i, ayet : 216) ayet -i celilesini hatırlayıp teselli bulur.

Allah 'ı sevmenin alametlerinden biriside, ibadeti bir nimet bilip, ondan ağırlanmamak ve onun yükünü kaldırmaktır. Zatlardan birisi: "Yirmi yıl uğrunda zahmet çektim, yirmi yıl da zevklendim." demiştir.
Bir baş ka zat ise:
"Sevgi üzerinde yapılan amel'e tembellik girmez." demiştir.
Allah 'ı sevmenin bir başka alameti ise, Allah'a kulluk edenlere karşı şefkatli
ve merhametli davranmak, Allah'ın düşmanlarına ve rızasına uymayan hareketlerde bulunanlara karşı da şiddetli davranmaktır.

Allah-ü Teala velilerini:
"Onlar, tıpkı bir çocuğun bir şeye zorlandığı gibi beni sevmek için zorlanırlar. Kuşun yuvasına yönelmesi gibi, onlar benim zikrime yönelirler.
Kaplanın öfkelendiğinde kızması gibi, harama kızarlar. Karşısındakilerin az veya çok olmasına da aldırış etmezler." diye buyurarak tavsif etmiştir.
Evet , bütün bu saydıklarımız, Allah'ı sevmenin alametleridir. Bu alametler kimde tamamlanmışsa, onun sevgisi de kemalini bulmuş ve tertemiz olmuştur. Bu gibi kims elerin ahirette içecekleri şerbet de, sevgileri gibi tertemiz ve tatlı olacaktır. Onların huzur ve refahları son haddine varmıştır.
Allah sevgisinin yanında kalplerine başka sevgileride karıştıran kimseler, kuş kusuz sevgileri nispetinde istifade edeceklerdir. Çünkü onların şerbetine de, gerçek Allah dostlarının şerbetinden karıştırılmıştır.
Ayet -i celilede:
" İyiler kuş kus uz, nimet içindedirler." (infitar sures i, ayet : 13)
bu yrulmuş tur.
Bir diğer ayet -i celilede ise:
"Kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onun karşılığını görür ve yine kim zerre
kadar kötülük yapmışsa onun karşılığını görür."
(Zilzal sures i, ayet: 7, 8) diye buyrulmuş tur.
Bir başka ayet -i celilede:
"Bir millet , kendini bozmadıkça, Allah onların durumunu değiştirmez."
(Ra'd sures i, ayet : 11) diye buyrulmuş tur.
Yine bir başka ayet -i celilede de:
"Şüphe yok ki; Allah, zerre kadar haksızlık yapmaz. Zerre kadar iyilik olsa, onu kat kat artırır." (Nis a sures i, ayet: 40) diye buyrulmuş tur.

Sırf cennete girip onun nimetlerinden yararlanmak için dünyada ibadet eden ve bunu arzu edip seven kimselerin zevki, ahirette de bu kadarla sona erer. Çünkü sevgi bakımından insana, nefsinin istediği, gözünün zevklendiği şeyler verilir. O kimse, cenneti ve cennet içindekileri isteyip onlar için çalıştığına göre, onları alır. Fakat evi, mülkü, cenneti ve cennetin içindekileri değil de, sadece onların yaratanı, sahibi olan Hz. Allah'ı isteyen samimi ve tertemiz bir kalp ile O'nu seven, O'na bağlanan kims eye gelince, o, Allah katında malum olan sadakat koltuğuna oturtulur.
İyiler cennetin bahçelerinde, köşklerinde zevklenirken, Allah'ı sevenler ise O'nun çevresinde olur, O'na yönelir ve gözlerini O'na dikerler. Onlar cennetin tüm nimet lerini Yüce Allah'ın cemalini görmenin bir zerresiyle değişmezler.

Allah 'ı sevmenin bir başka alameti de, korkmak, Allah'ın azameti ve heybeti
karşısında hor ve hakir olmaktır. Bazıları korkunun, sevginin zıddı olduğunu söylerlerse de, bu yanlış bir şeydir. Çünkü güzelliği anlamak sevgiyi gerektirdiği gibi, Allah'ın büyüklüğünü anlamak da korkuyu gerektirir. Sevgi makamında başkalarında olmayan korkular da vardır. Hatta bir kısım korkular, diğer korkulardan daha şiddet lidir.
İlk korkuları, Allah (C.C.)'ın onlardan yüz çevirme korkusudur. Bundan önemlisi Allah ile aralarına perde girmesi, daha önemlisi de, Allah'tan uzaklaştırılma korkusudur.
Uzaklık korkusunun verdiği heybetin gönüllerde büyümesi, daha çok yakınlık zevkine varıp onunla ülfet edenlerde görülür. Uzaklığa alışkın olanlar, yakınlık nimetine ulaşamazlar. Yakınlığın eşsiz zevkine varamadığı için de uzaklık kendileri için korkulacak ve üzülünecek bir husus değildir.
Uzaklık korkusundan sonra, seven gönüllere, olduğu yerde kalıp ilerleyememe korkusu gelir. Çünkü yakınlık derecesinin sonu yoktur. Kula layık olan ise, her nefes te biraz daha Allah 'a yaklaşmaya gayret etmektir.

Resulullah Efendimiz buyuruyorlar ki:
"Kalbime öylesine şeyler gelir ki, bundan dolayı gece gündüz Allah'a
yetmiş defa istiğfar ederim."
Resulullah Efendimizin tövbesi, birinci kademedendi. (Bu kademe, Allah'ın
kendilerinden yüz çevirme korkusuydu.) Çünkü; her geride kalan kademe, ikinciye nispetle Allah'a biraz uzaklıktır.
Daha sonra da, kaybettiği mevkiini bir daha elde edemiyeceği korkusu gelir. Bir gün İbrahim Ethem hazretleri bir seyahati sırasında dağın tepesinde bulunuyordu. O sırada şöyle bir şiir duydu:
"Senin her şeyin bağışlanır. Ancak bizden yüz çevirmen bağışlanmaz.
Kaybolanı biz, sana bağışladık. Bizden kaybolanı da, bizim vermediğimizi de sen bağışla."
Bunu duyan İbrahim Ethem'in vücudunu bir titreme aldı, bayılıp düştü.
Böyle yirmi dört saat baygın kaldı. Ayıldığı zaman yine o ses :
"Ey İbrahim, kul ol!" diye nida etti. Bunun üzerine İbrahim Ethem kulluk ve köleliği kabul ederek huzura kavuştuğunu söyler.
Bu korkudan sonra, sevenlerin kalbine, aşk ve şavktan mahrum kalıp, var olanla baş başa kalmak korkusu gelir. Eğer var olan ile yetinir ve bununla avunursa, bu bir geri dönme sayılır.
Sevginin bilmediği taraftan gelmes i gibi, kanaat ve var olanla yetinme de
bilmediği bir taraftan kendisine gelebilir. Bu değişikliklerin anlaşılması, gizli ve ilahi sebeplere dayanır. Hz. Allah, bir kuluna mekrettiği zaman, ona uğrayan tembelliğin sebebini ondan gizler. Ona ümit içinde olduğu zannını verir. Böylece o güzel bir sebebe dayanarak, gaflete dalar, nefsinin arzularına uyup yerinde sayar. İşte bütün bunlar, meleklerin kuvvetini teşkil eden ilim, akıl, zikre üstün gelen şeytanın ordusudur. Allah'ın sıfatlarından olan lütuf, rahmet ve hikmet gibi niteliklerin zuhuru sevgiyi tahrik ettiği gibi, O'nun yücelik, izzet ve kanaat gibi vasıfları da tembelliği
işaret eder.
Bundan sonra Allah'ı seven gönüllere değişiklik korkusu gelir. Allah korusun, bir bakarsın, Allah'ı severken bir başkasını sevmeye başlarsın.
İşte bu, Allah'ı sevenleri korkutan nedenlerin başında gelir. Böyle olanlara
Allah 'ın nefreti şiddetlidir. Tembellik bu makamın başlangıcı, yüz çevirmek de tembelliğin başlangıcı, gönlük iyiliklere karşı daralması, zikre devam etmekten bıkması, görevi olan duaları yerine getirmemesi, bu halin sebep ve başlangıçlarıdır. Aynı zamanda, bu sebeplerin görülmesi, sevgi makamından nefret makamına geçilmesinin bir delilidir. Bundan Allah'a sığınırız. Bunlardan korkmak ve devamlı olarak nefsini denetim altında tutmak ve son derece sakınmak, sevgideki sadakatin delilidir. Çünkü bir şeyi seven, kuşkusuz o şeyin (sevgilisinin) kaybolmasından korkar.
Ariflerden biris i diyor ki:
"Korku olmadan yalnız sevgi ile Allah 'a ibadet eden helak olur. Yalnız korku ile ibadet eden de, O'ndan uzaklaşır. Fakat hem sevgi, hem de korku ile Allah'a ibadet edeni Allah-ü Teala sever. Onu kendisine yaklaştırır, öğretir ve imkanları ona bahş eder."
Seven korkudan, korkan da sevgiden uzak olamaz. Fakat sevgisi korkusu üzerine üstün gelen için, sevgi makamında olduğu söylenir ve muhabbet edenlerden sayılır. Korku kusuru da sevgi sarhoşluğunu azaltır. Eğer sevgi tamamen üstün gelir ve marifet kendisini kuşatırsa, buna insanın gücü yetmez. Korku, bunu ortadan kaldırmaya sevkeder ve kalp üzerindeki tesirini azaltır.

Dervişlerden birisi, sıddıklardan birine:
"Allah'a bana marifetinden bir zerresini nasip etmesi için dua et." der.
Sıddık da dua eder. Allah (C.C.), sıddıkın duasını kabul buyurup dervişe marifetinden bir miktar nasip eder.
Derviş , bu ilahi marifet karşısında şaşkınlık ve hayretler içinde kalarak dağlara çıkar. Yedi gün böyle şaşkınlık ve hayret içinde kalır. Kendisinden hiç kimse bir şey faydalanamadığı gibi, kendi kendine de bir yarar sağlayamaz. Bunu gören sıddık, Allah'a:
"Ya Rab! Bu adam, senin verdiğin marifete güç getiremedi. Buna verdiğin marifetin derecesini biraz azalt da normale dönsün." diye duada bulundu .
Bunun üzerine Allah (C.C.) şöyle buyurdu:
"Ben bu adama marifetimin bir zerresinin yüz binde birini verdim. Çünkü o, benden marifet isteğinde bulundugu zaman, onun gibi daha yüzbin kişi de aynı anda benden marifet talebinde bulunuyordu. Bunun üzerine ben, onların isteğini senin duana kadar geciktirdim. Sen bu adam için şefaatçi olduğun zaman, bunun hakkındaki şefaatini kabul ettiğim gibi, onların da isteklerini kabul ettim. Böylece marifetimin bir zerresini yüzbin kişi arasında taksim ettim. Yani bu adama verdiğim marifetimin bir zerresi değil, bir zerresinin yüzbinde biridir."
Hz. Allah 'ın böyle buyurması üzerine sıddık:
"Ey hakimlerin hakimi olan Rabbim! Buna verdiğin marifeti yine azalt ." dedi.
Allah (C.C.) da, bir zerrenin yüz binde birini on bine böldü. Bunun birini o adamda bıraktı. Böylece adamın korku, sevgi ve ümidi normale dönerek diğer arifler gibi oldu.
Belirttiğimiz bu marifet ve benzerleri ortaklaşa herkeste bulunması doğru olmadığı gibi, bu keşiflere ulaşan kimselerin bunları başkalarına açıklamaları da doğru olmaz. Hatta bu marifetlerde insanlar ortak olsa, herkes dünyadan yüz çevireceği için, dünya harap olurdu. Yani yaşam diye bir şey olmazdı. Yemek - içmek, ilim, konuşmak, bile son bulurdu. Artık yalnız kendileri ile meşgul olur, hayattan el çekerlerdi.
Fakat hayır işlerinde olduğu gibi, bize şer görünümünde olan işlerde de
Allah 'ın sır ve hikmetleri vardır. O'nun kudretinin sonu olmadığı gibi, hikmetinin de sonu yoktur.
Bu hikmetlerden biriside, sevgisini gizlemek, benlik davasından kaçınmak, sevgiliye saygı ve sırrını korumak için açıkça coşa gelmekten mümkün olduğu kadar sakınmaktır. Çünkü sevgi, sevenin sırlarından bir sırdır.
Bunun için, onu açıklamaz. Çünkü açıklamaktan sınırı aşma tehlikesi vardır.
Bu da kişiyi ahirette ikaba, dünyada ise çeşitli dertlere maruz bırakabilir.
Evet , sevginin kendine mahsus bir sarhoşluğu ve hayranlığı olur. Bu
nedenle insan, kendine hakim olamadığından durumu değişir ve sevgisi
meydana çıkar. Eğer burada kendisinin yapmacık bir hareketi yoksa,
mazurdur.
Bazen sevgisi o dereceye yükselir ki, aşk ateşi ile yanıp tutuşmaya başlar.
Öyle ki, onu söndürüp önlemeye gücü yetmez.

Ariflerden biris i diyor ki:
"Allah'a en çok işaret edenler, Allah'tan en çok uzak olanlardır."
Bu sözü ile yapmacık hareketlerle Allah'ı çok anan ve iman yolu ile O'ndan
dem vuranlar, gerçek sevilenler ve âlimler yanında değersiz kimseler olduklarını anlatmak istemiştir. eğer sevginin makamların sonu olduğunu ve onu açıklamanın bir iyiliği açıklamak olduğunu, bunu açıklamamanın ise doğru olmadığını söylersen,
şunu bilmeni isterim ki; sevgi makbul bir makam olduğuna göre, onu
açıklamak da makbuldür. Ancak makbul olmayan, gösteriş için onu duyurmak maks adıyla yapılan açıklamadır. Çünkü buna yasak olan benlik ve böbürlenmek davası karışır.
Sevenin görevi iş ve halini gizli olan sevgilisine sözle açıklamak değil,
uydurmaktır. Sevgisi kendiliğinden açığa çıkabilir, fakat kendisi sevgisini açıklamaya veya bunu açıklayacak herhangi bir harekette bulunmaz. Yalnız sevgilisinin onu sevdiğini bilmesiyle yetinir. Başkalarının da bu sevgiyi bilmesini arzu etmesi ise, sevgiye ortaklıktır. Söz ve iş ile sevgiyi açıklamak çirkindir. Ancak sevgi sarhoşlu ğu üstün gelip vücudu titretip dili söylettiği zaman, sahibi mazur sayılabilir.
Seven kimse, meleklerin devamlı sevgi ve hasretlerini, gece gündüz Allah'ı tesbih edip, bundan yorulmadıklarını, asla isyan etmeyip emrolunduklarını yerine get irdiklerini bilen ariflerden ise, artık kendi sevgisini ortaya koymaktan utanır ve bunların yanında kendi sevgisinin bir hiç olduğunu kesin olarak bilir.
Sevgi ve keşif erbabından biri diyor ki:
"Otuz yıl bütün varlığım ve kalbimle Allah'a ibadet ettim. Allah katında bir mevki sahibi olduğumu sandım."
Muhabbet ve keşif erbabından olan bu zat böyle dedikten sonra uzun uzadıya bazı keşiflerden bahsetti. Sonra da devamla dedi ki:
"Meleklerden bir topluluğa rastladım. Onlara kimler olduklarını sordum.
Onlar da: Biz Allah'ı sevenlerdeniz. Üçyüz bin yıldır burada Allah'a ibadet eder dururuz. Bu müddet içinde başkasını anmadığımız gibi, hatırımıza Allah'tan başkası da gelmemiş tir, dediler. Onların bu hallerini görünce ben kendi amelimden ister istemez utandım. Ve otuz yıl yaptığım ibadeti o anda azap gören mü'minlerin ru hlarına hibe ettim."

Demek ki, kendini bilip Allah'tan gereği gibi utanan bir kimse, artık benlik davasından kurtulmuş olur. Allah'ı bütün benliğiyle seven kimsenin tutum ve davranışları sevgisini kolayca belli eder.

Cüneyd hazretleri diyor ki:
"Bir gün talebelerimden biri gelip: "Hocam Sırrı rahatsızlandı. Derdinin devasını bulamadık. Bize bir doktor tavsiye ettiler. İdrarını bir çanak içine koyarak o doktora götürdük. Doktor bir müddet idrara baktıktan sonra: "Bu aşık olan birisinin idrarına benziyor." dedi. Ben bu aşk kelimesini işitince kendimden geçip, bir ah çekerek yere düştüm. Elimdeki çanak düşerek kırıldı. Bunun üzerine ben Sırrı hocaya dönüp kendisine durumu anlattım.
Bu anlattıklarıma hocam: "Vay ölesi, nasıl anladı benim aşık olduğumu?"
dedi. Bunun üzerine ben: "Hocam, sevgi idrarda da belli eder mi?" diye
sorduğumda bana: "Evet idrarda da belli eder. Hatta derimi kemiklerim
üzerinde kurutan ve cismimi yaralayan da O'nun sevgisidir diyebilirim
sana." dedi ve bunu der demez de hemen düşüp bayıldı."

İşte bütün bunlar, Allah'a olan sevginin birer belirtisidir.
Allah sevgisinin alametlerinden biride, ünsiyet ve rızadır. Özet olarak din ve ahlak güzelliklerinin tümünün, sevginin alametleri olduğunu söyleyebiliriz. Bunların dışında kalanlar nefsin arzularına uyulan kötü huylardır.

Gerçekten, insanların bazıları nefislerinin arzularına ve şeytanın isteklerine boyun eğdikleri halde, yine Allah'ı sevdiklerini sanırlar. Şeytanı seven kimsenin Allah 'ı sevmesi elbette düşünülemez. Böyle kimseler, kendi kendilerini aldatmış kimselerdir. Bunlar Allah 'ı sevmenin alamet lerini kaybeden, ya da riyakarlık olarak bunlara bürünen, böylece kendi dünyalık çıkarları peşinde koşan münafık kimselerdir. Bunlar, olduklarının aksine görünürler. Kötü âlimler ve amelsiz hafızlar gibi.
İşte dünyada Allah'ın nefret edip düşman olduğu kimseler bunlardır.

Sehl, konuştuğu her kişiye dost diye seslenirdi. Ona: "Böyle her gördüğüne dost diye sesleniyorsun ama, sandığın gibi dost da olmayabilir." diyen bir adamın kulağına eğilerek: "Bu adam ya mü'mindir, ya da münafık. Eğer mü'minse Allah'ın dostu, münafık ise şeytanın dostudur." dedi.

Kaynak : Kimya-i Saadet – İmam-ı Gazali

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder